Haberler

Sanko Enerji CEO’su Hakan Yıldırım ile yeni santral yatırımları üzerine röportaj

Sanko Enerji Grubu CEO’su Hakan Yıldırım (kaynak: Sanko Enerji)
Merve Uytun 16 Mar 2023

Sanko Enerji CEO’su Hakan Yıldırım, yeni santral yatırımların durumu, elektrik fiyatları ve jeotermal sektörün gelecek beklentilerine ilişkin görüşlerini paylaştı.

Sanko Enerji CEO’su Hakan Yıldırım, Enerji Günlüğü ile gerçekleştirdiği röportajda; yeni santral yatırımların durumu, elektrik fiyatları ve jeotermal sektörün gelecek beklentilerine ilişkin görüşlerini paylaştı.

Türkiye enerji piyasasının lider yatırımcılarından biri olan Sanko Enerji Grubu; yüzde yüz yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretim santrali projeleri geliştirmekte, kurmakta, işletmekte ve üretilen elektriğin satışı ile elektrik ticareti yapmaktadır. Tamamı yenilenebilir kaynaklardan yılda 3,4 milyar kWh enerji üretme kapasitesine sahip Grubun, 6 hidroelektrik, 6 rüzgâr enerjisi ve 3 jeotermal enerji olmak üzere toplam 15 santralden oluşan portföyü ile yaklaşık 1.000 MW’lık kurulu gücü bulunmaktadır.

Sanko Enerji CEO’su Hakan Yıldırım konuyla ilgili şu açıklamalarda bulundu:

Enerji sektörü depremden ne dersler çıkarmalı?

Zamanında yaptığınız ya da yapmadığınız mühendislik çalışmalarının etkisini, deprem anında turnusol kâğıdı gibi görüyorsunuz. Ama geriye dönüp iki tane daha demir koyayım, betonu biraz daha kaliteli yapayım deme şansınız yok maalesef. Bunun etkisini ülke olarak yaşadık yaşıyoruz. Zor bir süreç. Ama kriz anlarında geriye dönük bakıp hesaplaşmayı iyi yapmak lazım. Enerji sektöründe de bir kriz anında benzeri durumlar yaşanabilir. Nitekim Avrupa bunu çok ciddi şekilde yaşadı. Rusya-Ukrayna savaşından sonra (Biz ne yaptık, tüm sanayiyi doğalgaza bağlamışız, doğalgazı da tek bir tedarikçiden alıyoruz neredeyse. LNG’ye daha fazla ağırlık vermeliydik, daha fazla FRSU gemisi getirmeliydik, boru hatları ile seçenekleri arttırmalıydık) dediler. Tabii kriz olduğu anda artık geri dönme imkanınız yok. O yüzden Türkiye’nin de son 15 senede yaptığı yenilenebilir enerji atılımının bundan sonraki kısmında oyunu çok iyi oynaması lazım ki yarın bir gün bir enerji krizi yaşarsak, doğalgaz arzında sıkıntı yaşarsak, bizim yenilenebilir enerji kaynaklarından ürettiğimiz her kilovatsaatlik elektrik altın değerine sahip olacak ve iyi ki yapmışız diyeceğiz.

Yerli ve yenilenebilir kaynaklara yatırım yapma hızı yeterli mi?

Geçen yılın verilerine göre ağırlığı sanayiciler tarafından hayata geçirilmiş yaklaşık 1250 MW’lik lisanssız güneş santrali ile 500-550 MW civarında lisanslı güneş santrali kuruldu. 700-750 MW civarında da rüzgâr santrali devreye alındı. İthal kömür santralleri ve biyokütle santralleri de var. Peki rüzgâr ve güneşte bunlar yeterli mi? Türkiye rüzgârda ve güneşte 1500-2000 MW’ları kurabilecek kapasitede. Yıllık 4000-4500 MW santral devreye alındı. Ama geçtiğimiz 10 senedeki, rüzgârı 12 bin MW’a, güneşi 12 bin MW’a getiren yatırım hızının düştüğünü görüyoruz. Mevcut santrallere kapasite artışları var, hibritler var. Bunlara yeterli bağlantı kapasitesi tahsis edilemediğini görüyoruz.

Neden yeterli bulmuyorsunuz?

Çünkü ülke büyüyor, zaman zaman yavaşlama olsa da uzun vadede büyümeyi sürdürecek. Dolayısıyla elektrik talebi artacak. Bu yüzden bizim de daha fazla kurulu güç oluşturmamız lazım. Önceden yenilenebilir enerji kaynaklarını destekleme mekanizması (YEKDEM) vardı, YEKDEM fiyatı ile bankalar finansman sağlıyor, yatırımlar da gayet rahat yapılıyordu. Ancak ihale sistemine geçince kâğıt üzerinde proje stoku oluştuğunu ama bunun hayata geçmekte zorlandığını gördük. Çünkü ihale usulünde çok düşük fiyatlar geldi.

Peki ne yapmak lazım?

Şimdi Türkiye’de rüzgârda da güneşte de bence gerçekten sınırsız potansiyel var. Teknolojinin artmasıyla türbin ölçüleri falan büyüyor. Biz Sanko Enerji olarak 1000 MW’ı geçtik. Şimdi mevcut ruhsat sahalarımıza, dışarıya taşmadan ilave 400 MW rüzgâr, 300 MW de güneş santrali kurabiliriz. Zaten santralleri kurmuşuz, dolayısıyla rüzgârını biliyoruz, güneşini biliyoruz, riski sıfır. Yani 700 MW kurabiliriz ama kuramıyoruz.

Neden?

Çünkü çok küçük ölçülerde kapasite artışı imkanı veriliyor. Biz 1000 MW’a toplam 58 MW kapasite artışı aldık. 500 MW alsaydık, hepsini kurardık. Hem finansal gücümüz var hem proje geliştirmeyi iyi biliyoruz. Ve bizim gibi başka şirketler de var. Türkiye elektrik üretim kapasitesini hızlı bir şekilde arttırmak istiyorsa, – ki bunu yapmalı, çünkü krizin ne zaman geleceğini asla bilemezsiniz – kapasite artışı taleplerini karşılamalı. Afyon’da, Hatay’da, Bursa’da, Karaman’da, türbini taşımış kurmuşsunuz, rüzgârını biliyorsunuz, elinizin altında yatırımını ödemiş bir santral var, dolayısıyla riski sıfır, buraya üç, beş, 10 tane daha türbin kurmak, yepyeni bir coğrafyaya gidip de türbin kurmakla aynı değil. Riski daha az. Dolayısıyla daha az riskli bir şekilde kurulum yapabilecek durumdaki mevcut yatırımcıya daha fazla kapasitenin verilmesi lazım.

Ama kamu otoritesinin de bunu vermemek için bir gerekçesi olmalı, ne diyorlar?

İletim altyapısının geliştirilmesi lazım. Küçük ölçekli tesisler dağıtımdan da bağlanabilir ama genel olarak iletim şebekesinden bağlanılıyor. Dolayısıyla TEİAŞ’ın hem lisanssızlar, hem hibritler hem de kapasite artışı talepleri için belirlemiş olduğu bir kapasiteler var. Ve şu an için bunlar sıfır. Yani TEİAŞ’ın yayınladığı kapasiteler arasında şu an için yer görünmüyor. Ama ne yapılıyor? Bunun yerine ihale usulüyle yeni lisanslamalara gidiliyor. Ama orada da fiyatlar çok düşük oluşunca hayata geçirilebilir proje stoku oluşmuyor. O yüzden mevcut santrallere daha fazla hibrit kapasitesi ve daha fazla kapasite artışı için bir şekilde TEİAŞ’ın kapasite oluşturması, tahsis etmesi lazım.

Kapasite oluşturmak ne demek, biraz açar mısınız?

Yani yeni trafolar, ilave trafo yatırımları yapılmalı, yeni iletim hatları çekilmeli. Ama TEİAŞ’la konuştuğumuzda onlar da rüzgâr ve güneşin kesintili enerji türleri olduğunu, dolayısıyla baz yük dediğimiz doğalgaz, kömür ve rezervuarlı hidroelektrik santrallerin ve gücünün sayısının artmasıyla daha fazla değişken güç devreye alınabileceğini söylüyor. Elbette bu da bir kaygıdır TEİAŞ için.

Bu kaygı teknoloji ve yazılım ile aşılmadı mı?

Evet, bu bir şekilde yönetilebilir. Hatta şunu görüyoruz ki sanayiye, sanayiciye, lisanssız güneş santrali kurmak üzere çok ciddi bir kapasiteler veriliyor. Geçtiğimiz bir senede 10-12 bin MW bağlantı kapasitesi verildi. Sadece çatısına, sadece hemen bitişiğindeki araziye değil, başka bir dağıtım bölgesinde bile sanayiciye şebekeye bağlanma imkanı veriliyor. Yani sanayici aslında elektrik oyuncusu oluyor ama biz elektrik üreticisi kimliğimizle kapasite alamıyoruz. Sanayici öztüketimini karşılamak üzere çatısına kursun, hemen bitişiğindeki araziye kursun, üretimini ve tüketimini aynı baradan bağlasın, tüketimini düşürsün, burada hiçbir sıkıntı yok. Ama Erzurum’daki bir sanayici gidip de İstanbul’da Bursa’da elektrik yatırımı yapmaya başlayınca onlar artık enerji oyuncusu olur. E her işi de o işi yapagelen daha iyi bilir. Sanko Enerji olarak söylüyorum, biz enerji yatırımcısı olarak elektrik işini daha iyi biliriz ama çimento, ayakkabı, tekstil üretmeyi bilmeyiz, esas işi bu olanlar daha iyi bilir. Dolayısıyla herkesin kendi alanında yatırım yapması, elektrik üretimi alanındaki yatırımların da elektrik üreticileri özelinde toplanması daha yerinde olacaktır. Eğer burada bir kapasite varsa bu kapasitenin elektrik üreticilerine dağıtılması daha yerinde olacaktır.

Politika belirleyici açısından kimin yaptığından çok bir şekilde yapılması daha önemli değil mi?

Bürokrasideki, yönetimdeki ve kanun koyucu mevkilerdeki arkadaşlara da söylüyoruz, bir kriz anında, bizim gibi şirketlere ‘En kısa zamanda ne kadar rüzgâr ve güneş santrali kurabilirsiniz’ diye sorulacaktır. Tıpkı deprem anında battaniye, çadır ve benzeri konulardaki imkanların seferber edilmesi gibi, o gün de biz bunu nasıl yerli imkanlarla ve hızlıca kurabiliriz diye bakacağız. Şimdi 40-50 bin MW’ı kurmuş bir özel sektör var. Geçen 15 sene içerisinde açık üniversitede eğitim gördü. Yani Türkiye bu konuda adeta bir açık üniversiteye döndü. Biz bu konunun her şeyini biliyoruz. Dolayısıyla yeniden, sıfırdan enerji oyuncuları imal etmeye çalışmak yerine, halen kurulu gücü bulunan oyuncuların kapasitesini nasıl arttırabiliriz, biz bunlara nasıl ilave kapasite tahsisi yapabiliriz diye bakılması gerekiyor. Enerji sektörü bundan 15 sene öncesinin, yani belli sayıda oyuncunun bulunduğu, çok az sayıda firmanın tecrübe sahibi olduğu bir sektör değil artık. Şu anda kapasite verseniz bunu hızlıca kurabilecek yüzlerce şirket var.

Sektöre girişleri kısıtlayalım mı yani?

Hayır. Ama belki de şunu söylemenin zamanı geldi. Türkiye’de elektrik üretim tesisi kurmak isteyen yeni bir oyucuya gerçekten ihtiyaç yok. Belli kapasitenin üzerindeki mevcut oyuncuların, yatırımcıların bunu en verimli ve en hızlı şekilde yapabileceklerine inanıyoruz diyerek orada bir öncelik gerilmesi gerekebilir diye düşünüyoruz. Yoksa beşer onar MW, MW, 5 MW gibi paylarla kaynakların verimsiz kullanılması söz konusu olur. Yüzlerce orta ve büyük ölçekli santral sahibi var. Bunların her biri 50-100 MW kapasite arttırsa zaten Türkiye’nin yenilenebilir enerjiye dönüşüm problemi diye bir problem kalmaz.

Enerjide kaynağının yanı sıra ekipman da yerlileştirilmeli ama çok yoğun bir panel üretim yatırımı var, atıl kapasite sorunu çıkabilir mi?

Avrupa ve dünyada o kadar büyük bir dönüşüm var ki, rüzgâr ve güneşe trilyonlarca dolar para harcanacak. Dolayısıyla bu ekipmanlar bir yerden gelecek. Biz Avrupa’ya hem mantalite hem de fiziksel mesafe olarak Çin’den daha yakınız. Yani Türkiye’de imalat kabiliyetinin artması lazım. Tedarik zincirinin genişleyip derinleşmesi lazım. Çünkü bunlar tek bir fabrikada entegre şekilde üretilmiyor. Bunların bir sürü tedarikçileri var. Bir rüzgâr türbininde 8 bin 600 parça var. Dolasıyla bir yatırımcı kendi parası ile kendi riski ile ekipman imalatı işine giriyorsa hiçbir sınırlandırma yapmamak lazım. Neden, çünkü bu yatırımcılar üretecekleri parçaları Türkiye’den çok Avrupa ve ABD pazarlarına satacak. Zaten Türkiye’deki güneş ve rüzgâr pazarının bu kadar sanayiciyi doyuracak bir pazar olmadığını onlar da görüyor. Hepi topu 2000 rüzgâr, 1500 güneş. Yani yeni yatırımcılar illaki ülke dışına satış yapacak. Üçü başarısız olacak, ikisi başarılı olacak. O iki başarılıdan biri dünya markası olacak. Yani bu işler böyle oluyor, yani limitlemeye gerek yok. Ancak elektrik üretimi tarafında da limitleme değil ama orada da hızlı gidebilmek için özenli davranmak lazım. Biz Sanko Enerji olarak 300 kişilik şirketiz, 1000 MW’lik üretim tesisi kurmuşuz. 15 senedir enerji yatırımı yapıyoruz. Bizim kapasitemizde, bizim tecrübemize sahip başka şirkeler de var. Bu büyüklükteki şirketler 50 MW, 100 MW gibi yatırımlarla değil daha büyük işlerle, büyük projelerle uğraşmalı, hatta uğraşabilir, yeter ki kapasiteler tahsis edilsin.

Hibrit yatırımlardaki sınırlamalar da bir engel mi mevcut elektrik oyuncularına?

Bizde kâğıt üzerinde birçok şey güzel. Hibrit projelere yatırımlar da bunlardan biri. Rüzgâr santralleri, ilave güneş kurulup hibrit tesislere çevriliyor. İlave kaynak santralinin lisans sahasına bütünleşik olması gerekiyor. Jeotermal santrallerin lisans sahası büyük ovada ve buralara güneş kuramıyorsunuz. Diyoruz ki JES’lerin çok geniş ruhsat sahaları var, dağlık, tepelik, çorak arazi. 70 MW’lik JES’imiz var, bunun 15 MW’lik iç tüketimi var. Sanayici çırçır fabrikasının iç tüketimini karşılamak üzere güneş santrali kurabiliyor, ben JES’imin iç tüketimini karşılamak üzere güneş santrali kurmak istediğim zaman kuramıyorum. Halbuki sanayiciye farklı dağıtım bölgesinde GES kurma imkanı veriliyor, JES’e de farklı dağıtım bölgesinde bu imkan verilsin. Hadi farklı dağıtım bölgesinde verilmiyor, en azından ruhsat sahası içinde bir yere kurma imkanı tanınsın.

Ama JES’ler tarım alanları ile iç içe.. .

Evet ama ruhsat sahaları çok geniş. Elbette tarım alanlarına kurulmasın, ki biz de ona karşıyız, ruhsat sahalarının içindeki tarıma elverişsiz arazilere bunları kurma imkanı verilsin. Ama siz derseniz ki şu anki mevcut mevzuat o şekilde, lisans sahası ile bütünleşik olsun, kuyulara bütünleşik, jeotermal santrale bütünleşik veya boru hattına bütünleşik, onların hepsi zaten büyük ova. O yüzden ruhsat sahasının uygun bölümü diyoruz. Veya başka sanayicilere verildiği gibi başka dağıtım bölgelerinde de verilsin.

HES’lerde durum nasıl?

Hidroelektrik santralimize hibrit yatırımı yapmak istiyoruz. Rezervuarımızdaki su içme ve kullanma suyu kapsamında. İçme ve kullanma suyu yönetmeliğine gidiyorsunuz, diyor ki göl aynasından bir kilometrekare açılman lazım. Bu sefer EPDK’nın hibrit mevzuatındaki mevcut tesis ile bütünleşik olma şartını tutturamıyorsunuz. Yani iki mevzuat metni birbiriyle konuşamıyor, uyuşamıyor. Biri bir kilometre açıl derken diğeri açılırsan hibrit yapamazsın diyor. Oysa biz 50-100 MW güneş santrali kuracağız, sahadaki potansiyel çok güzel, yüksek. Aslında çözüm hiç zor değil, eğer mevcut tesis içme ve kullanma suyu havzasında ise bütünleşik şartı “bir kilometre açılabilirsin” şeklinde düzenlense bizim durumumuzdaki işletmeciler 50-100 MW daha ilave santral kurabilecek.

Bataryalı rüzgâr ve güneş tesislerinde durum nedir?

Hem müstakil hem bataryalı RES ve GES için binlerce MW başvuru oldu. Denildi ki 100 MW’lik santral ön lisansı almak istiyorsan 100 MW’lik batarya yapacaksın. Bugünkü maliyetlerle 100 MW’lik rüzgâr santrali maliyetinin üzerine 100 MW batarya yatırımının maliyetini de eklediğinizde bu proje fizibıl değil. Çünkü MW başına rüzgârın maliyeti diyelim ki 1.2 milyon dolar, batarya 400 bin dolar, 1.6 milyar dolara mal edeceksiniz ve bununla üreteceğiniz elektriği serbest piyasa fiyatından satacaksınız.

Sizce ne yapmak lazım?

Biz bataryanın gelişmesini istiyorsak 100 MW RES ön lisansına karşılık 25 MWh batarya istensin, yani dörde bir olsun önerisini getirmiştik. Çünkü batarya yatırımcı için ilave bir maliyet. Şebeke işletmecisine faydası var ama santral yatırımcısına bir faydası yok. Batarya elektrik tüketen bir varlık aynı zamanda. Siz bataryayı, sadece rüzgâr santrali kurabilmek için ön lisans alabilmek amacıyla kuracaksınız. Oysa parayı kazandıran, projenin geri ödenmesini sağlayan batarya değil, rüzgâr santrali. Batarya, şebeke için bir zorunluluk olarak projenin içerisine dahil edilmiş. Bizim önerdiğimiz gibi batarya kapasitesini, üretim tesisinin dörtte biri seviyesine düşürseydik ilk bataryalar çoktan kurulmuş olurdu. Türkiye’de batarya imalatı artar, maliyeti de düşerdi belki. Sonra batarya şartını yüzde 50’ye yükseltirdik, yani 100 MW RES’e, 50 MWh batarya derdik. Sonra bnu 100 MW’ye 100, belki 100’e 150 diye kademeli olarak yükseltebilirdik. Ama 100’e 100 istenilince, bizim endişemiz, bataryalı RES ve GES lisansının alınabileceği ama bunların yapılamayabileceğidir.

Tekrar soralım, öneriniz?

YEKA’lar için kapasiteler veriliyor. Lisanssızlar için kapasite veriliyor sanayici için. Ama biz hızlı şekilde YEK kapasitesi artsın istiyorsak, bunu zaten yapmış firmaların mevcut tesislerinin bulunduğu bölgelerde yoğunlaştırılması daha iyi olur diyoruz. Evet, TEİAŞ’ın daha fazla kapasite hazırlaması lazım, trafo merkezleri oluşturması lazım, iletim hatları kurması lazım, bunlar doğru. Ama oluşturulan kapasitelerin de doğru kanallara sevk edilmesi lazım ki hızlı bir gelişim yaşanabilsin.

Spot elektrik fiyatları 2 binli seviyelere geriledi, neden?

Bunun nedeni doğalgaz ve ithal kömür fiyatlarındaki düşüşün megavatsaat başına elektrik üretim maliyetlerini düşürmesi. Bu senenin ortalamasının 130 dolar civarında olacağını düşünüyoruz. Uzun vadede bu tekrar 80 dolar civarına çekilecektir. Bu sene yaşadığımız kritik mesele ciddi bir kuraklık olması. Türkiye’de havzalara toplam su geliş miktarı 2022 yılına göre yüzde 55 azaldı. Son 40 yılın en kurak kışını yaşıyoruz, kar yok, dolayısıyla HES’lerde ciddi bir sıkıntı var. Ama bir taraftan da azami uzlaştırma fiyatı (AUF) mekanizması var. Yenilenebillir enerji kaynaklı elektriğin fiyatına 1600 TL’lik üst sınır var. Ancak şimdi bu santrallerin de bir şekilde kendi borçlarını ödemesi lazım. Su yok, fiyat limitli. Şu anda piyasadaki fiyat 120-130 dolar ise en azından az su ile buna yakın bir fiyat mekanizması lazım. Dolayısıyla HES’lerin diğer yenilenebilir enerjilerden ayrıştırılarak AUF’un yukarıya çekilmesi lazım. Aksi takdirde HES işletmecilerini ciddi bir sıkıntı bekliyor.

Kaynak: Enerji Günlüğü